Dünyanın en çok kazanan bayan sporcusu olan Maria Sharapova, 20 milyon dolara varan yıllık kazancını belki sadece kortlardan kazandıklarına borçlu değil; reklam gelirleri, çeşitli dergilere verdiği pozlar, sponsorluk anlaşmaları... Ama o, Anna Kurnikova gibi kortta başarısız olup salt güzelliğinin ekmeğini yiyenlerden de değil. Evet, dünyanın en güzel 50 kadını arasına da girdi ama halen devam eden tenis kariyerinde de sayısız başarısı ve üç Grand Slam şampiyonluğu var.
1986 yılında nükleer santral faciasının yaşandığı Çernobil'e 320 kilometre uzaktaki Gomel'de yaşayan ve bebek bekleyen Yuri-Yelena çifti, doğacak çocuğun faciadan etkilenmemesi için Sibirya'ya, Yelena’nın ailesinin Nyagan’daki evine taşındı. Kısa süre sonra da, 19 Nisan 1987'de bir kızları oldu: Maria Yuryevna Sharapova.
Eski bir tenisçi olan Yuri Sharapova, kızının tenise yatkınlığını çok küçük yaşta fark edince imkânlarını seferber etmekten kaçınmadı. Moskova'da bir tenis okuluna gitmeye başlayan Maria, kısa sürede efsane tenisçi Martina Navratilova'nın dikkatini çekmeyi başarınca babası, Navratilova'nın önerisi üzerine- cebinde sadece bin dolarla kızını Amerika’ya götürmeye karar verdi.
Sharapova'nın parlak tenis kariyeri, burada, babasının onu yedi yaşındayken götürdüğü Nick Bollettieri Tenis Akademisi'nde, zar zor bulunan bir sponsor desteğiyle başladı. Küçük Maria’nın en önemli özelliklerinden biri her iki elini de kullanabilmesiydi. 10 yaşına kadar sol eliyle, daha sonra ise sağ eliyle oynadığı için sağ forehand’leri ve çift el backhand’lerinin yanı sıra sol el vuruşlarıyla da dikkat çekti. 14 yaşında profesyonel tenis hayatına başlayan Sharapova, küçük turnuvalarda ilk birinciliğini Tokyo'da, ikincisini ise dört hafta sonra Québec'te elde etti. En büyük çıkışını ise 2003 yılında yaptı. 38 galibiyet elde ettiği yılın sonunda dünya sıralamasında 32. sıraya ulaştı ve WTA'nın (Kadınlar Tenis Birliği) "yılın genç oyuncusu" ödülünü kazandı.
Kariyeri hızla büyüyen Rus tenisçi ilk büyük başarısını, 17 yaşındayken 13. sıradan katıldığı Wimbledon'da yaşadı. Yarı finalde dünya sıralamasında 5. sırada yer alan Lindsay Davenport'u yenmesi "sürpriz" olarak nitelendirilse de, finalde de turnuvanın favorisi Serena Williams'ı yenerek başarısının şans olmadığını kanıtladı. Böylece ilk Grand Slam’ini kazanan tenisçi, aynı zamanda Wimbledon'u kazanan ilk bayan Rus tenisçi oluyordu.
Kortların Yüksek Desibelli Kraliçesi
2005 yılında Sharapova artık dünyanın en önemli tenisçilerinden biri kabul ediliyordu. Ancak o sene, Grand Slam turnuvalarında istediği başarıyı yakalayamadı: Avustralya Açık'ta yarı finalde Serena Williams'a kaybetti. Wimbledon'da set vermeden ulaştığı finalde Venus Williams'a yenilip son şampiyon unvanını kaybetti. Fransa Açık ve Amerika Açık'ta da fazla ilerleyemedi. Yine de, dünya sıralamasındaki dördüncülüğünü korudu. 2006 yılında, ilk üç Grand Slam'de zafere ulaşamasa da, üçüncü sırada katıldığı Amerika Açık'ta şampiyon olarak ikinci Grand Slam'ini kazandı.
2007'de, Avustralya Açık'ta final oynayan ilk Rus tenisçi olan Sharapova, ancak finalde Serena Williams'ı bir kez daha geçemedi. Bu arada Fransa Açık hazırlığı çerçevesinde İstanbul'a da gelen ve yarı finale kadar yükselen Sharapova Fransa Açık'ta da yarı finalde elenmekten kurtulamadı.
Karşılaşmalarda aynı zamanda hocası da olan babasının otoriter tavırlarından, bağırıp çağırmalarından çok etkilenen Sharapova, bu yıl ilk Avustralya Açık şampiyonluğunu kazandı. Dört ayrı Grand Slam'i kazanmış olmak için tek eksiği Fransa Açık. Sadece sportif kabiliyetiyle değil, bir ara yasaklanması dahi gündeme gelen "101 desibellik" çığlıklarıyla da rakiplerinin korkulu rüyası olan Sharapova, bu amacına ulaşmak için yıllarca beklemez herhalde. Siz ne dersiniz?